6 Şubat 2016 Cumartesi

Kimmeryalı Conan, Batı uygarlığına karşı








        Üretilmesi aşamasında 20'ye yakın senarist ve çizerin çalıştığı Conan öyküleri çizgi romanlar içinde önemli bir yere sahip. İçerdiği tüm şiddet ve ölüm temalarına karşın Conan öyküleri örneğin "Rambo"dan farklı özellikler taşıyor. Conan öyküleri net bir görüntü sunuyor: Ya bilek gücü, şiddet ve kılıç ya da akıl ve sağduyu. Conan bir anlamda savaşın ve adam öldürmenin "uygarca" formlar altında onanmasına tepki.

    "...Şunu bilin ki prensim, kabaran okyanusların Atlantis'i ve onun kentlerini yutmasından sonra, dünyada o güne değin görülmemiş bir çağ başlamıştı. Aryas'ın oğullarının doğduğu bu çağda, dünya üzerindeki uygarlıklar, gökteki yıldızların mavi parıltıları kadar dağınık, fakat belirgindi. İşte bu sıralarda, Kimmeryalı Conan geldi. Çelik bilekli elinden kılıcını hiç bırakmayan bu kara saçlı, şahin gözlü yiğit, tüm imparatorlukları sandallı ayağının altında çiğnemek istiyordu..."
    Bir Nemedya efsanesinden(!)


    Diyelim ki varlığı bugüne dek kanıtlanamamış olduğu için birtakım spekülasyonlara malzeme oluşturan ve jeologlarla tarihçilerin bir dönem epey başını ağrıtan efsanevî kayıp kıta Atlantis gerçekten vardı ve yine diyelim ki, iddia edildiği gibi bundan on beş bin yıl kadar önce bu görkemli uygarlığın kentleri yerkürenin bir cilvesiyle sulara gömülürken, vakit bulup da kaçmayı başarabilen kimi Atlantis sakinleri, kendilerinden fersah fersah geride olan ilkel eski dünya halklarının topraklarına (mesela Mezopotamya'ya) yerleştiler. Gizemli Atlantis bilim ve kültürünün, biraz aşınmayla da olsa ilkel göçebe kabilelere taşınmasını izleyen o bilinmeyen zamanlarda, acaba dünyanın görüntüsü neye benzerdi? Robert E.Howard; biraz para kazanma kaygısı, biraz da mitolojiye olan merakının etkisiyle bu sorunun yanıtını, otuzlu yıllarda kaleme aldığı "Barbar Conan" adlı fantastik romanıyla vermeyi denemiş: Akıl ile kılıcın, uygarlıkla barbarlığın, bilim ile boş inancın ve et ile çeliğin uzlaşmaz çelişkisinin tüm çıplaklığıyla ortaya çıktığı, alabildiğine acımasız bir çağın yaşandığı bir dünya modeli kurgulayan Howard, bu kurgunun merkezine de bir barbarı kahraman olarak yerleştirmiş: Kimmeryalı Conan.

    Yaklaşık altmış yıl önce Howard'ın kaleme aldığı romanın belli oranda ilgi görmesi, bir süre sonra Conan'ı kaçınılmaz olarak gelişen çizgi roman endüstrisinin içine sürüklemiş. Bugün Marvel Comics Group'un elindeki çizgi romanlar içindeki en popüler dizilerden birini oluşturan Conan, hayli kabarık bir yazar ve çizer grubunca tasarlanıp çiziliyor. Özellikle seksenli yılların ortalarında iyice popüler olan bu çizgi roman kahramanı, yönetmenliğini John Milius'un yaptığı, başrolünde de dünya vücut geliştirme şampiyonu Arnold Schwarzenegger'ın oynadığı filmle sinemaya aktarılmış, hatırı sayılır bir gişe hasılatı da yaratmıştı.

    Çizgi roman dergileri, öteden beri Türkiye'de de yaygın olarak okunuyor ve satılıyor. Bilindiği gibi bu dergilerin gerçek okuyucu sayısını ve gerçek satış rakamını net olarak bilebilmek pek mümkün değil. Bunun birinci nedeni, eski sayıların ve eski serüvenlerin sık sık yeni kapaklarla tekrar tekrar piyasaya sürülmesi; ikinci ve daha önemli nedeni de bu tür dergilerin satın almaktan çok, "arkadaşların kitaplığından ödünç almak" yoluyla edinilmesi. Yine de kabaca yapılacak bir gözlemle bile, uzunca bir süredir Marvel Comics lisansıyla Alfa Yayınları tarafından Türkiye'de yayımlanan Conan'ın; Zagor, Kızılmaske, Mandrake ve Mister No'nun saltanatlarını barbar akınları misali yıkıp en çok okunan çizgi roman dergisi haline geldiğini görmek mümkün. Değişik boyutlarda farklı diziler halinde yayımlanan Conan'ın bir özelliği daha var: Okurlarıyla hayli sıkı fıkı olan bir dergi aynı zamanda. Henüz "kemikleşmiş" bir dergi okuru kitlesinin belirmediği Türkiye'de hem de fantastik bir kahramanın serüvenlerini yayımlayan bir derginin kısa bir süre içinde okurlarıyla diyalog oluşturması biraz şaşırtıcı tabii. Ama Conan dergisinin, okuru edilgenlikten etkinliğe çeken tavrının bunda rolü büyük. Okurlar, yalnızca mektup yazmak ya da eksik sayıları talep etmekle yetinmiyorlar; Conan'ın senaryolarıyla, değişik Conan çizerlerinin üsluplarıyla ilgili sorular sorup, yayımcılarla tartışıyorlar. Daha da önemlisi, "Sizin Gönderdikleriniz" başlıklı uzunca bir bölümü, eskizleri ve çizgileriyle dolduruyorlar, hatta zaman zaman kısa "bant öykü"ler bile çizip yolluyorlar dergiye. Gönderilen çizgilerin hemen hepsinde, Conan'ın orijinal çizerlerinin etkisini ve öykülerdeki biraz tüyler ürpertici fantastik atmosferi hissetmek mümkün. Öyle görünüyor ki bugüne dek hiçbir çizgi kahramanın okurları üzerinde sağlayamadığı yoğun etkiyi, Conan büyük bir rahatlıkla sağlamış.

    Barbarın kimliği ve kişiliği

    Tarihi biraz "farklı" bir perspektiften görmeye çalışıp Kelt ve Mezopotamya mitolojilerini de hafiften deforme etme yolunu seçen Robert Howard, otuzlu yıllarda barbar Conan'ın yaşam öyküsünü kaleme alırken elli yıl sonrasının bir süper kahramanını yarattığını pek düşünmemiş olsa gerek. Bir zamanlar filmcileri ve yazarları fena halde cezbeden "Kayıp Kıta Atlantis" esprisinden yola çıkan Howard, bilinen tarih dönemlerinin epey öncesinde, Atlantis sakinlerinin faciadan kurtulabilmiş kültür kalıtının, "ilkel"likle olan karşılaşmasını ve sonuçtaki uzlaşmaz karşıtlıklarını düşlemiş.
    Zaman, on iki bin yıl öncesi. Mekân, belki Mezopotamya ve Ortadoğu, belki de Kafkasya dolayları (Howard'ın çizdiği düşsel haritadaki coğrafî veriler, öykünün mekânının bugünkü İsrail ve çevresi olduğu izlenimini veriyor).

    Howard'ın kurgusunda Conan'ın etnik kökeni, Kimmerya'ya uzanıyor. Kuzey Kafkasya'da genişçe bir bölge olan Kimmerya'nın halkı ile ilgili bilgilerimiz, İsa'dan yaklaşık bin yıl öncesine dayanmakta. Göçebe ve yağmacı bir toplum olarak bilinen Kimmeryalılar, İ.Ö. yedinci yüzyıl dolaylarında yoğun saldırılar sonucu Transkafkasya'yı ve Urartu bölgesini işgal ediyorlar. İskitlerin komşusu olan Kimmeryalılar, aynı zamanda Frigya'yı yıkan güçlerin başında geliyor. Herodot'tan öğrendiğimiz kadarıyla, asıl yurtları Kırım dolayları, ama daha öncesine dair elle tutulur tek bir bilgi yok. Robert Howard bu yağmacı, saldırgan, barbar halktan seçiyor kahramanını; ama tarihle biraz oynayarak, Kimmeryalıların on bir bin yıl önceki atalarından birini kurguluyor.
    Kimmeryalı Conan, atı ve kılıcından başka bir şeyi olmayan, gezgin bir "savaşçı". Şiddetin tüm hızıyla egemen olduğu bir dönemde, Atlantis kalıntısı uygarlık motiflerine karşıt, çeliğin ve bilek gücünün üstünlüğünü kabul etmiş, ölmemek için öldürmeyi su içmek kadar doğal karşılayan iri yarı bir "barbar". Sağ kalmasını büyük oranda elindeki çelik kılıcı ustalıkla kullanmasına borçlu olan Conan, savaşma yeteneğini, o fantastik çağın "arz-talep" ilişkilerine uygun biçimde bir "meta" haline dönüştürmeyi de bilmiş. "Geçimini" çoğunlukla paralı askerlik yaparak sağlıyor. Bu "paranın kılıcı satın alması" ilişkisi öylesine dolaysız ve doğal ki Conan için; hiçbir etik, hiçbir duygusal saplantı, altını verenin onun bileğini ve kılıcını kendi yararına kullanmasına engel değil. Kim parayı verirse, onun yanında savaşabiliyor. Ama bu, yalnızca kısa bir süre için geçerli. Göçebe Kimmeryalı ruhu ve "barbar" içgüdüleri, onu hiçbir ordu ya da krallığın malı haline getiremiyor. Yağmacılık da çoğu kez "meşru" bir yol Conan için. Çünkü, on iki bin yıl kadar önceki "Hiborya" çağının ahlakı ve kuralları, bunu doğal karşılıyor.

    Yazının girişinde alıntıladığımız parça, Conan öykülerinin hepsinde başlangıç noktası olan, Howard'ın kurguladığı bir "Nemedya" efsanesi. Tarihte Nemedya adı, Conan'ın yaşadığı bölgeden fazlasıyla uzak yerlere ait. Yalnızca İrlanda mitolojisinde yer alan Nemedyalılar, İsa'nın doğumundan hemen önce Fomoryalılar tarafından İrlanda'dan kovulmuşlar. Robert Howard, Nemedya efsanesini öykülerinin başına yerleştirirken Nemedyalıların İrlanda'ya yerleşmeden on bin yıl önceki geçmişlerini mi kurgulamış, bilemiyoruz. Ama Kafkasya ile Mezopotamya arasındaki serüven zincirine Britanya ile ilgili veriler karıştırmakta bir sakınca görmemiş. Bu, aslında tarihsel bir vurdumduymazlıktan çok, Howard'ın Conan'ın yaşadığı yıllardaki dünya profiline, Atlantis söylencesini kaynak yapma çabasından ileri geliyor. Yani tarihte bizim bildiğimiz ilk uygarlıklardan binlerce yıl kadar önce "çok önemli" bir dönüm noktasını oluşturan Atlantis'in batışını ve kayıp kıta "kazazedelerinin" bir kısmının Kuzey Afrika üzerinden Mezopotamya'ya, bir kısmının da Güney Amerika üzerinden Aztek, Inka ve Maya yurtlarına geçerek ilkel yaşam ve uygarlık arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi yaratmalarını, kendi yarattığı fantastik kurgu içinde, "tarihin sıfır noktası" olarak alıyor Howard. Bunu destekleyen veriler, Conan'ın sık sık karşı karşıya geldiği Kush Krallığı'nda da varlığını sürdürüyor. Bilinen en eski uygarlıklardan olan Mısır krallıklarının kurulmasından da önce Afrika'da, Orta Nil dolaylarında izlerine rastlanan Kush halkı, nereden geldiği pek de kesin bilinmeyen insanlardan oluşuyor. İsa'dan yedi yüzyıl öncesinde, Asurlular tarafından yenilinceye dek tüm Nil vadisine hükmeden Kush halkı, o tarihten itibaren Mısır uygarlığı içinde eriyor. Ne var ki, antropologlara göre bugün Sudan'ın iç kısımlarında yaşayan kimi kabilelerde, Kush mitolojisi ve kültüründen belli belirsiz izlere rastlamak mümkün. Howard'ın İsa’dan on bin yıl öncesinde Kush insanlarına yer veren fantastik kurgusu, Atlantis'in varlığını kanıtlamaya çalışan araştırmacılarla büyük bir uyum içinde. Bunlara göre kıta sakinleri facia sırasında yakındaki Afrika'nın kuzey bölgelerine ulaşırlarken bilgi ve deneyimlerini de birlikte getirerek, o dönemde Eski Dünya'nın yaşamaya en elverişli yeri durumundaki Nil boyunu seçmişler. "İkinci kuşak" Atlantisliler’ de, kayıp kıtadan taşınan bilgi ve birikim, zaman içinde yeni yerleşilen bölgelerinin yakınındaki "ilkel" insan gruplarının da zorlayıcı etkisiyle yıpranmaya başlamış. Robert Howard bu sürecin bir adım ilerisini, bilgi ve felsefe ile kendilerini ilkellerin saldırılarından koruyamayacak olan Atlantis torunlarının "barbarlık"la tanışarak garip bir kültürel "füzyon" yaratmaları biçiminde kurguluyor. Uygarlık ve barbarlık hem uzlaşmaz bir çelişki yaratıyor, hem de kimi düşünsel kıpırtılar barbarları etkiliyor. İşte "Nemedya efsanelerindeki" ürkünç Barbar Conan'ın yaşadığı "Hiborya Çagi"nın, mitoloji tutkunu Robert Howard tarafından çizilmiş profili.

    Şarkı “kadın işi”dir, kitaplarsa uyuşturucu

    Barbar Conan, içlerinden yetiştiği Kimmeryalı atalarının ruhuna uygun bir yaşam sürüyor ama, kim bilir hangi dönemde de Atlantis kalıntılarıyla tanışmış insan topluluklarının yaşantısına taşıdığı faktörlerden de etkilenmeden edemiyor. Bizim bildiğimiz kadarıyla İsa'dan on bin yıl önce duvarlara çizilen tasvirler bile "ileri" bir dış dünya betimlemesiydi belki ama, Conan'ın "Hiborya Çağı”nda Gutenberg'in öncülerinin taşıdığı birikimler, "kitap" kavramını barbarların yaşamına sokabiliyordu. Sınırları belirlenmiş, normlarla daraltılmış bir "sosyal yaşam" anlayışının karşıtında yer alan Conan, Howard'ın fantezisinde kitapları biraz da "özgürlüğü daraltıcı" buluyor. Okumuyor, yaşamı kurallar içinde algılayacaksa bu yalnızca "çeliğin ve içgüdülerin" kuralları oluyor. Çünkü Conan "uygar" bir insan değil, bir "barbar". Serüvenlerinin hemen hepsinde sofistike hale getirilmiş yaşama duyduğu tepkiyi belirtiyor. Conan bir ağaç dibinde, toprağın üstünde uyuyabilen; günlerce salt yaban yemişleri yiyerek ormanlarda dolaşabilen; yalnızlığı, kalabalık insan topluluklarının bulunduğu kentlerden çok daha güvenli gören; ancak canı istediğinde yumuşak yatakların, görkemli ziyafet sofralarının ve yatağını paylaşacak kadınların da özlemini duyan bir kahraman. Şarkıları ve müziği de "kadınca" buluyor Conan; onların insanları yanılttığını, uyuşturduğunu düşünüyor. Ama güzel sesler karşısında etkilendiğini de gizleyemiyor.
    Howard'ın prototipi, biraz da "Batı uygarlığının reddi". Conan'ın gezdiği "uygar" kentlerde, yaşama sözüm ona verilen onca değere karşın çizilen kuralların dışındaki insanların tereddütsüz dışlanması, hatta çoğu kez "uygarca" öldürülmesi, Batı "uygarlığı"ndaki ahlâki değerler sisteminin çarpıcı bir karikatürü. "Uygar" toplumdan sofistike yaşamı ve "ulvî" değerleri çıkardığınızda, saf barbarlıkla yüz yüze geliyorsunuz. (Zaten her şey karşıtına dönüşmez mi?) Conan, bu resim içinde daha doğal ve dolaysız olan bir yaşam biçimini seçiyor: Barbarlığı. Eğer sonuçta her şey "bilek gücü" ve gizli ya da açık şiddetin egemenliğindeyse; şarkılar, kitaplar ve söylevlerle örtülen "uygarlığa" niçin teslim olsun ki Barbar, öyle değil mi?

    Tanrılar, büyücüler, boş inançlar

    Barbar yaşamın doğası, uygar insanların uzun yıllar sonucu düşünüp taşınıp planlayacakları "tek tanrı" sistemine gayet radikal biçimde ters düşüyor. Zaten Robert Howard'ın kurguladığı "Hiborya Çağı”nda da tek tanrılı dinlere ya da ahlak anlayışına pek yer yok. Ama Conan'ın yaşadığı dönemin değişik toplumlarında, değişik tanrılar baskın çıkıyor. Bunları belirlerken Robert Howard yine tarihten ve klasik mitolojiden fazla uzaklaşmamaya gayret göstermiş ama, kendi düş gücünün olanaklarını kullanmayı da ihmal etmemiş. Conan'daki teolojik yapıyı, Conan'ın inanışları ve karşılaştığı toplumların inanışları olarak ayırmak pek hatalı olmayacak. Kimi zaman bunlar iç içe geçse de Howard'ın Conan için çizdiği profil kurumsallaşmış dinleri belirgin biçimde yadsıdığından, Barbar’ın "uygar" dinler ile ayrılığını yine de yakalamak mümkün.

    Mezopotamya mitolojisi, Howard'ın Conan öyküsündeki "diyanet işleri" çözümlemesine temel oluşturmuş. Barbar'ın gezdiği kentlerin çoğunda, bilinen en eski dinî kişiliklerden Ishtar'ın tanındığını görüyoruz. Ortadoğu'da izine rastlanan ve Babil mitolojisinde netleşen Ishtar, verimlilik ve bereketin tanrıçası. Kılıcın bu "çok erken neolitik" dönemindeki üstünlüğü dikkate alınınca, tarımla doğrudan ilgili bir tanrıçanın Conan'ın gündelik hayatını fazlaca etkilemeyeceğini görmek mümkün. Gezdiği kentlerin "yerleşik" insanlarının aksine Conan, "toprağa bağlılığı" simgeleyen Ishtar ile fazla muhatap olmuyor. Öte yandan Howard'ın Ishtar'ı on iki bin yıl öncesindeki kurgusuna taşıması, Erich Von Daniken ve diğer "Tanrıların Arabaları" taraftarlarının, bilinen anlamda tek tanrılı bir dine sahip olmayan Atlantislilerin "uzaylı ziyaretçilere" bağlı mitolojilerinin, uygarlığın beşiği Mezopotamya'ya taşınmış olduğu varsayımlarını da destekliyor. Ne var ki bilinen tek kayıp kıta Atlantis değil. Bir zamanlar Pasifik Okyanusu'nda bulunduğu ve Atlantis ile aynı zamanlarda aynı yazgıyı (muhtemelen jeolojik bir devinim sonucu) paylaştığı varsayılan Mu da spekülasyonlara çok açık verilerle tanımlanıyor. Mu, Atlantis kadar popüler değil belki; ama Howard'ı belli oranda etkilediği de açık. "Hiborya çağı" mitolojisinde rastladığımız Mitra, belki de Pasifik'ten Güney Asya'ya, oradan da Mezopotamya'ya taşınmış kültür izlerinden biri. Conan'ın döneminde etkinliğini koruyan ünlü Mitra, bizim yalnızca eski Hint-İran kökenli olduğunu bildiğimiz Güneş, Adalet ve Işık Tanrısı. Asya kökenli bu tanrı, İsa'nın doğumundan bin beş yüz yıl önce Mezopotamya'ya, oradan da Yunan ve Roma mitolojilerine sızan etkilere sahip. Tek tanrılı dinlere rağmen uzun süre varlığını koruyan güçlü tanrı Mitra, acaba "dış ziyaretlerin" etkilediği Mu kıtasından mı Asya'ya ve oradan da Batı uygarlığına taşındı? Bunu tabii ki bilemiyoruz ama; Howard'ın Barbar Conan'ı nedense ona pek saygı duyuyor ve pek korkuyor.

    Mısır mitolojisinden izler de Conan'ın dinî yaşamında etkili. Bereket Tanrıçası Ishtar'a ve Adalet Tanrıçası Mitra'ya karşı, kötülük ve ölümün simgesi "yılan tanrı" Seth, öykülerde sık sık karşımıza çıkıyor. Mısır'ın çok tanrılı din yaşamında Osiris'in düşmanı olarak beliren ve sonunda onu öldürmeyi başaran kötü Seth; kendi rahipleri, kendi büyücüleri ve kendi canavarlarıyla dünyevi yaşamın bir bölümü üzerindeki etkisini "Hiborya Çağı”nda koruyor. Conan, Seth ve onun "uşakları"ndan hayli tedirgin; ama büyücü ve kötü tanrılara karşı bilinçaltındaki tüm korkuya rağmen, büyüye "çelik" ile karşı durmaktan da vazgeçmiyor. Kılıcını çoğu kez büyücülere ve onların üzerine saldığı ürkünç yaratıklara karşı kullanırken hiçbir mitolojide izine rastlamadığımız, muhtemelen Robert Howard'ın kurguladığı "aslî" tanrısına; iyiliğin, doğruluğun ve cesaretin simgesi "Crom"a sığınıyor.

    Barbarların "batıl inanç" saplantısı doğrultusunda, Conan'ın hemen her serüveninde bir büyücü, bir "Seth uşağı" ya da bir canavarla karşılaşıyoruz. Ama buna karşın tek tanrılı dinlerin varolmasının sağladığı gözle görülür bir fark da var Hiborya çağında: Özgür aşk. Dinî ya da ahlakî hiçbir kuralın sınırlamadığı cinsellik güdüsü, Conan'ın yaşadığı varsayılan o mutlu Hiborya çağında, kadın ile erkek arasında olabilecek hiçbir "günah"ı da tanımıyor. Günahsız, haramsız, türbansız bir dünya. Galiba Hiborya çağının kulağa en hoş gelen yanı da bu.

    Fanteziden çizgi romana

    Şimdi biraz da aktüalite: Howard'ın bilerek ya da bilmeyerek büyük bir iç tutarlılıkla oluşturduğu Conan'ın serüveni, önce hızla gelişen çizgi roman endüstrisine, ardından da sinemaya sıçradı (Conan taklidi çizgi romanlar ve filmler de cabası). Yetmişli yılların hemen başında mürekkep ile kâğıt arasına sıkıştırılan Barbar'ın, çizgi roman evrenindeki hızlı tırmanışının mimarı, Marvel Comics grubunun yetenekli çizeri ünlü John Buscema. Fantastik kahramanların öykülerini görüntüleyen çizgi romanların tıkanıklık içine girdiği yetmişli yıllarda, Howard'ın romanından yola çıkarak "başka bir zaman dilimi"nde "bilinmez" uygarlıkların dönemini yaşayan Conan'ı kâğıt üzerinde görüntüleyen John Buscema, üstün desenleri ve çarpıcı serüvenleriyle Marvel Comics grubuna hatırı sayılır bir başarı kazandırdı. Ama bunda, bir "takım ruhu" içinde çalışan yayınevi ekibinin ve Michael Fleisher ile Roy Thomas gibi editör-senaristlerin de katkısı azımsanacak gibi değil. İlerleyen zaman içinde yirmiye yakın senarist ve çizerin çalıştığı Conan öyküleri, çizgi roman tarihinde çok tipik bir yere sahip. İçerdiği tüm "şiddet" ve "ölüm" temalarına karşın Conan öyküleri, son yılların Mickey Mouse'u "Rambo"dan farklı özellikler taşıyor. Savaşı, şiddeti, bilek gücü ve adam öldürmeyi ustaca belirlenmiş "uygar" manevralarla çifte standartlı hale getiren Batı "uygarlık"larına karşı; on iki bin yıl önceki Hiborya çağının kahramanı Kimmeryalı Conan, ilginç bir eğretilemeyi sergiliyor. Eğer mesele "oyunu kurallarına göre oynamak" ise, Conan o kurallardaki yanılsamaları ortadan kaldırıp net bir görüntü sunuyor, o kadar. Ya bilek gücü, şiddet ve "kılıç"; ya da "akıl ve sağduyu". İkincisi egemen olmadığı sürece ilki her zaman varlığını koruyacak. Bir anlamda, savaşın ve adam öldürmenin "uygarca" formlar altında onanmasına bir tepki, Barbar Conan. Gördüğü ilginin büyüklüğünün sosyolojik tahlillerini yapmaksa en azından şu aşamada pek kolay değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder